Geçen gün aklıma “Kendi kendine yetmek” düşüncesi geldi. Kendi kendine yetmek kısaca kişinin hayattaki “ihtiyaçlarını” fark edip karşılaması diyebilirim. Ben de 15 yaşından beri yatılı okul ve üniversite sonrasında da yurtdışında 7 yıl tek başına yaşamış biri olarak tabii ki, kendi kendime yetebiliyorum diye düşünüyorum. Senelerce de buna inandım. Korona düzeninde şimdi nereden çıktı bu konu derken…
Herkesin kendi evinde oturduğu, çoğunun anne babasının yanında olamadığı bu zamanda, en önemli bağlarımız; Dünya’ya gelirken ilk bağ kurduğumuz atalarımız anne babamızla olan bağlarımız, kendilerini ön plana çıkarıp mercek altına “Ben! Ben!” diye atıyorlar.
İşte bu düşüncelerle birlikte evde otururken; An*ladım ki anne baba bağı eğer sağlıklı bir ayrılma yaşanmadıysa, ucunda mıknatıs olan göbek bağı gibi hayat boyu ondan, buna atlayıp duruyor.
Bu bağdan ilk ayrılış, özel durumlar dışında, gerçek anlamda okula giderek yaşanıyor. Buradaki güçlü bağ; “ona bakan, ihtiyaçlarını karşılayan” bağ aslında el değiştirip öğretmen/okul/devlete geçiyor. Okulda ne giyeceğin, tüm gününü nasıl geçireceğin, hangi öğretmenlerden ne öğreneceğin, nasıl bir insan olacağın, vs. hepsi önceden senin için devlet/okul tarafından belirlenmiş, yani birisi senin “tüm ihtiyaçlarını” karşılamış oluyor (burada benim de aldığım, klasik devlet eğitiminden bahsediyorum).
Yaş ilerledikçe okulun yerini işyeri “şirket” alıyor. Bu sefer de kendi işini yapmıyorsan; işyeri senin ebeveynliğini üstleniyor. Aylık gelirini sağlıyor, sağlık sigortası, kimi zaman araba. Sana bir kimlik veriyor, nasıl tarz giyineceğin, nasıl bir insan olacağın genel hatlarıyla şirket kültürüyle belirlenmiş oluyor. Karşılığında sen de “to employ” yani “kendini bir şeye veya birine adamak” kelimesinin anlamı gereği çalışan olarak tüm zaman, yaratıcılık ve yeteneklerini o şirkete adıyorsun. Bu durum da yüzeyde Kazan-kazan gibi görünüyor. Tabii burada kastettiğim; daha çok klasik, bizim kültürümüz bu, sen de buna kendini uydurursan ve bizim belirlediğimiz standartlarda “sanayii tipi” davranırsan hoş geldin diyen şirketlerden… Kişiyi olduğu gibi tüm özellikleriyle kabul edip, kendine göre şekil vermek yerine onun farklılığıyla yapısını zenginleştirmeye çalışan bilinç seviyesinde bir işyeri değil.
Eğer ebeveynden sağlıklı bir ayrılma yaşanamadıysa, ki şahsen Dünya nüfusunun büyük bir çoğunluğunun ortak konusu olduğuna inanıyorum, bu bağ; bağlanacak başka bir konu, bir kişi ya da kurum (kimlik) buluyor; kimi zaman iş, kimi zaman eş. Ve insan çoğunlukla bunun farkında bile olmuyor. Bu hal, insan bu bağı kendiyle kurmaya hazır olana kadar da devam ediyor.
İnsanın bu bağı dışarıda bir kaynakla değil, kendiyle kurabilmek için ise önce yeterli seviyede kendi kaynaklarını tanımaya ve kendine güven duymaya ihtiyacı olduğunu ben de deneyimleyerek öğrendim. Bu sağlanmadan kişi kendiyle sağlam ve güvenli bir bağ kurmak için henüz hazır olmuyor.
Şimdi şöyle bir geriye son 2-3 yıldır yaşadıklarıma bakınca 2017 Kasım’da prestijli ve yüksek maaşlı işimden; oradaki kimliğimden ayrılmam, bana bu geçici ebeveynden de ayrılarak, kendimi “ona adamak” yerine kendime adayarak kendimle tanışma alanı yaratmamı sağlamış. Çok kolay olduğunu söyleyemem. Bu ihtiyacımı anlayıp, karar alıp uygulamam seneler sürdü. Şimdi, “kurumsal hayat” tan ayrılmanın neden bu kadar zor olduğunu ve bazı insanların neden düşünmeye bile cesaret edemediklerini daha da iyi anlıyorum…
İnsan iç sesini dinledikçe, özgürleşme ihtiyaçlarını duymaya ve bağımlı ilişkilerini fark edip, bağımlılıklarından ayrılmaya cesaret edebiliyor. Bu demek değil ki, herkes yalnız yaşasın. İhtiyaç; bağımlı olmadan bağda kalabilmek. Yani her gün her saniye birlikte geçirmeden de o kişinin varlığını, ilişkiyi hayatında hissetmek/hissettirmek, samimi ve birbirine olduğu gibi olabilmek için alan tanımak.
Bu konuya nasıl geldim? Korona olayları başladığında ve 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı gelince ilk 3 hafta “annem ve babamın bana ihtiyaçları var, onların yanında olmam lazım” düşüncesiyle onlarla birlikte geçirdim. Sonra kendimi iyi hissetmemeye başlayınca; önemli bir şeyler eksik, galiba evime gitmeye ihtiyacım var diyerek kendi oturduğum eve geri geldim. İşte o zaman ışık yandı; derinde “KENDİ KENDİME YETEBİLİR MİYİM?” endişesiyle de onların yanında kaldığımı fark ettim. Ve bu durum kendime “kendi kendime yetebildiğimi” ispatlamak için fırsat verdi. Bana uzun süredir üzerinde çalıştığım “ebeveynlerimden sağlıklı olarak ayrılma” yolumda KOCAMAN bir adım attırdı.
Evden ayrılmak, hatta yurtdışında yaşamak insanın ebeveyni ile olan göbek bağını ayırması demek değilmiş. Bunu tam olarak algılayabilmem için bu yeni düzende, bu özel hali deneyimlemem gerekiyormuş. Bu deneyim de benim için, tüm bu derin ve temel konuları yüzeye çıkardı. Cesaretimi toplayarak bakınca, konular bağımsızlaşabilmem için araç oldular. İyi ki de çıkarmış, ki şifalanma imkânı buldum.
Kendi kendine yetmek kavramının sadece fiziksel değil, duygusal ve ruhsal ihtiyaçlarını da karşılamak olduğunu böylece daha iyi kavradım.
Çok şükür…
Bu özel günlerde, hepimizin kendimize özgü yaşadığımız hal ne olursa olsun, bu hallerin bizler için orada olduğunu hatırlayalım.
Herkese bol şifalanmalar diliyorum.
Bu yazıyı Korona günlerinde ailesini merak ederek, kendi evinde geçirenlere sevgiyle adıyorum.